“Ben Yaradan’nın âlemi nasıl yarattığını öğrenmek istiyorum. Yaradanın düşüncelerini bilmek istiyorum. Gerisi tamamen detaydır.”
Atom hakkında çalışmalarıyla öğrenilen en şanlı bilim adamı Albert Einstein bu alandaki çalışmalarına şu tümcelerle başlamıştır: “Ben Yaradan’nın âlemi nasıl yarattığını öğrenmek istiyorum. Yaradanın düşüncelerini bilmek istiyorum. Gerisi tamamen detaydır.”
Kimya veya fizikte atom, bir kimyevi elementin tam özelliklerini taşıyan en minik parçacığıdır. Kelime Yunanca ατομος veya atomostan kazanç, ‘parçalanamaz’ demektir. Daha Önceki Yunanistan’da bazı düşünürlere göre atom maddenin parçalanamaz en minik parçasıydı. Çağdaş kullanımdaki atomlar ise atomaltı parçacıklardan oluşur:
• elektronlar, eksi yüklüdürler ve bu üçünün arasında en hafifidir.
• protonlar artı yüklüdür, kütleleri elektronunkinin takribî 1839 katıdır.
• nötronlar yüksüzdür,onların da kütlesi elektronunkinin takribî 1839 katıdır.
Proton ve nötronlar birliktece atom çekirdeğini oluştururlar; bu parçacıklara nükleon da denir. Elektronlar çekirdeğin çevresinde, ondan çok daha büyük olan elektron bulutunu oluştururlar.
Atomlar, kapsadıkları atomaltı parçacıkların rakamları ile birbirlerinden değişiklik gösterirler. Aynı elementin atomları aynı rakamda protona sahiptirler, bu rakama atom numarası denir. Buna rağmen, aynı elementin atomları değişik nötron rakamlarına sahip olabilir, bu rakamlar o elementin izotoplarını tanımlar. Proton ve nötronlara mukayeseyle elektronlar atoma daha cılız eforlarla bağlı olduklarından elektron rakamı basitlikle değişebilir. Çekirdekteki proton ve nötron rakamı da nükleer fisyon, nükleer füzyon ve radyoaktif bozunma yoluyla değişebilir, bu gidişatta atom başka bir elemente dönüşebilir.
Atom kavramı maddenin fiziksel özelliklerini anlatmaya yarayan muhtelif kuramlar tarafından kullanılır. Atomlar kimyanın esas yapı taşlarıdır ve kimyevi tepkinlerde Maddenin Savunumu Yasayı gereği korunurlar.
Atom Ve Kuantum Fizigi
Newton kuramında belirtilenlerin aksine atomlar ufalanamayan sert parçacıklar olmayıp, ağır kütleli bir çekirdek ve bu çekirdek çevresinde dönen elektronlardan ibaret bir magnetik enerji kutuyu oldukları 1930’lu senelerde ortaya çıkarıldı. Tabi bu buluşla da o zamana kadar tam kâinat için geçerli olan Newton kuramı da yerle bir oldu. Sonunda Newton kuramının ancak dünya üzerinde ve etrafında geçerli olduğu ve tüm kâinat için geçersiz olduğu tespit edildi.
Atomun çapı takriben milimetrenin on milyonda biridir. 1/10 nm atomun merkezindeki çekirdeğin çapı ise atomdan on bin defa daha miniktir. Çekirdek ile elektronlar arasındaki boşluğa uzay denir. Bu uzay boşluğu ise, atom hacminin % 99,9’dur. Şayet bayağı bir insanı, o insanı oluşturan atomların çekirdeğine indirgersek ortaya çıkan hacim bir toplu iğnenin başından daha miniktir. Bugün uzayda var oldukları tespit edilen kara delikler aşinayı gibi güneşimizden onlarca kez daha büyük yıldızların kendi içine çökerek atom çekirdeğinden oluşan çekirdek kütlesinden ibaret yapılaşmalardır. Bu çökme neticeyi devasa hacimdeki yıldızlar 15 – 20 kilometre çapına küçülmekte ve yoğunlukları milyarlarca ton / cm³ olmaktadır. Dolayısıyla bu yüksek yoğunluk sebebiyle yakınından geçen her şeyi kendine sürüklemektedir. Işığı da kendisine sürüklediği için biz onu görememekte ve ancak yaydığı ışınımdan algılamaktayız.
Bunu başka bir misalle sarihlersek, mesela bir portakalı dünyamızın çapına geliştirdiğimizi kabul edersek bu portakalın atomları takribî kiraz büyüklüğünde olacaktır. Bu bize atomlar ile atomların oluşturduğu madde arasındaki oranları gösterir. Şayet portakalın kiraz büyüklüğündeki atomunu da dünyanın en büyük kubbesi sayılan Roma’daki Senpiyer Katedralinin Kubbesi büyüklüğüne getirirsek, bu çaptaki bir atomun çekirdeği bir tuz tanesi kadar görünür. İşte bu tuz tanesi ile kubbenin çapı arasındaki % 99,9 boşluktan ibaret olan bu enerji kutusundan bizler ve tüm kâinat oluşuyor. Neredeyse tümüyle boş bir uzaydan alana geliyoruz.
Biz ve etrafımızdaki her şey çoğunlukla boş uzaydan oluşuyorsak, peki o zaman niye kapalı bir kapıdan veya duvardan geçemiyoruz ? suali akla geliyor. Başka Bir Deyişle maddeyi ve bizleri sert yapan nedir? İşte maddenin sert, yumuşak, katı ve akışkan olması gibi özelikleri tipik bir Kuantum tesiri sonucunda alana gelmektedir.
Sözgelimi, uzayın minik bir kısmına sıkıştırılmış olan bir parçacık bu sıkıştırılmaya karşı, durmaksızın hareket etmekle yanıt verir. Sıkıştırma bölgesi ne kadar dar ve ufaksa, parçacıkta o kadar süratli ve ivedi hareket eder.
Atom içindeki vaziyete gelince; burada iki tane karşıt güç mevzubahisidir. Bir yandan elektronlar, elektriksel güçler sebebiyle atom çekirdeğine bağlanmıştır. Elektron ve çekirdek arasında bir mesafe oluşmuştur. Öte yandan, mevzubahisi elektronlar atom içine mapus olmuş gidişattadırlar. Bu sıkıştırmaya tepki olarak hareket haline geçerler ve süratli bir biçimde çekirdek etrafında dönmeye başlarlar. Elektronlar çekirdeğe ne kadar yakınsalar dönme süratleri o kadar yüksek olur. Misalin bayağı bir elektron, çekirdeğin etrafında saniyede takribî 1.100 kilometre 600 mil süratle dönmektedir. İşte bir atom, mevzubahisi bu yüksek süratlerden dolayı katı ve sert şeklinde idrak edilmektedir. Nasıl yüksek süratle dönen bir uçak pervanesi , düz bir disk gibi görünmesine neden oluyorsa, elektronların atom içinde, çekirdek çevresinde çok yüksek süratlerde dönmesi aynı tesiri doğurur; dolayısıyla tamamına yakını boşluktan ibaret olan atom dolu gibi sezilir. Başka Bir Deyişle ortada afallatıcı bir Kuantum kandırmacası vardır.
Atom altı parçacıklar ikili bir görünüme sahiptirler. Misalin biz bunlara nasıl bakarsak onlarda bize öyle görünmektedirler. Başka Bir Deyişle biz onları bazen parçacık, bazen de dalga biçimine idrak etmekteyiz. Işıkta da eş gidişat vardır. Işık bazen parçacık, bazen de dalga özelliğine sahiptir. Maddenin ve ışığın bu ikili özelliği tuhaf ve çok güç anlaşılır bir vaziyettir. Bir şeyin aynı anda hem bir parçacık , başka bir deyişle çok minik bir hacme sahip olan bir varlık , hem de büyük bir uzay alanına dağılabilen bir dalga olabilmesi hiçbir biçimde kabul edilemez gibi görünse de bu böyledir. İşte bu meçhullükler “Kuantum Teoriyi” ismi verilen teorinin doğuşuna yol açmıştır. Işığın aynı zamanda parçacık olarak gelmesine, Einstein Quantolar olarak deyimini kullanmış ve Kuantum Teorisine adını veren bu ışık quantoları olmuştur. Daha sonra bu quantolar hakikat parçacık olarak kabul edilmiş ve foton diye belirlenmiştir. Bu fotonlar ışık parçacıkları çok enteresan özelliklere sahip olan varlıklardır. Bunların hiçbir kütlesi yoktur, ama hiç durmaksızın ışık sürati ile hareket etmektedirler.
Parçacık ve dalga arasındaki bu karşıtlıktan yola çıkarak, ortaya çıkan yeni açıklamaya göre madde, atom – altı seviyelere inildiğinde bütün olarak muhakkak bir netliğe sahip olamıyordu. Başka Bir Deyişle madde daha çok bir yerde bulunma meyilleri göstermekteydi. Bu sebeple Atomsal fenomenler vakalar , muhakkak zamanlarda ve muhakkak yerlerde alana gelen kesin vakalar değil , daha çok muhakkak yaradılış meyilleri gösteren ihtimallerdi. Parçacıklar aynı zamanda birer dalga özelliği gösterdiğinde, bu dalgalar ses ve su dalgaları gibi üç ebatlı hakikat dalgalar şeklinde değil , ihtimal dalgası dediğimiz, dalga özelliği taşıyan birer soyut matematiksel çokluktur. Burada ihtimal sınan şey; araştırılan parçacıkların muhakkak bir uzay ve zaman kısmında bulunma ihtimalini hedeflemektedir. Buna bağlı olarak da atom fiziğinde görülen tüm yasalar , ihtimaller takviyesiyle açıklanmaktadır.
Atomsal bir fenomenin hadisenin nasıl asıllaşacağını hiçbir zaman evvelden netlikle öğrenemeyiz. Söyleyebileceğimiz sadece , bu fenomenin hadisenin hangi ihtimalle medya gelebileceğidir. Kesin neticeyi ancak sınayarak tespit edebiliriz.
Sıradan fizikte, sert maddeler diye adlandırılan şeyler atom – altı seviyelere inildiğinde “ihtimal dalgalarına” eş şekillere dönüşmektedirler. Ayrıca bu ihtimaller, cisimlerin ihtimallerini değil, onların karşılıklı ilişkilerinin ihtimalleri halinde ortaya çıkmaktadırlar.
Yapılan seviyeli ve ciddi çalışmalara göre, Atom fiziği alanında kollanan parçacıkların , kendi başlarına başka bir deyişle izole edilmiş varlıklar olarak hiçbir anlama sahip olmadıkları ortaya çıkmıştır. Bu parçacıklar ancak , ölçümler arasındaki karşılıklı ilişkinin bir neticeyi olarak anlanınca, bir özellik kazanmaktadır.
DEMEK Kİ; Kuantum Teoriyi bize , aşamanın esas birliğini ve tekliğini gösteren bir model olmuştur. Maddenin derinliklerine inildikçe, karşımıza çıkan “esas yapı taşları” değil, tam parçaların arasında var olan karışık ilişkiler dokusudur. Holografik yapının varlığıdır. Tüm kâinat, her zerresine kadar aynı tamlığın ve tekliğin parçasıdır.
1930’lardan sonra atom çekirdeği üzerinde araştırma yapılırken çekirdeğin + kutuplu personellerinin birbirlerini iterek parçalamalarını önleyen “Nükleer Güç” olarak adlandırılan ve çekirdeksel parçacıkları birbirine kenetleyen enteresan bir güç ortaya çıkarıldı. Fizikçiler kısa bir süre içinde, tabiatta bulunan yeni bir güç cinsiyle karşı karşıya kaldıklarını fark ettiler. Mevzubahisi çekirdeksel nükleer güç , atomsal çekirdeğin dışında hiçbir yerde bulunmuyordu. İşin en enteresan yanı da buydu.
Acaba yalnızca atom çekirdeğinin içinde bulunan bu güç neydi? Fizikçilere göre tarifi yapılamayan ismine “Çekirdek Güçi” veya “Nükleer Güç” sınan bir güç biçimiydi. Ama yinede öyle bir güçtü ki bu güç olmasa atom olmazdı. Atom olmazsa hayat ve kâinat olmazdı. Zira bu güç olmazsa + elektrik yüklü protonların birbirlerini itmesi neticeyi atomlar ufalardı. Atom olmayınca, molekül olmaz, molekül olmayınca idrak ettiğimiz madde olmaz ve hayat olmazdı. Hali Hazırda, büyük bir çoğunluğu mistizmi kabul etmeyen materyalist Bilim adamları ve fizikçiler nasıl yer çekiminin tarifini yapmıyorlarsa, bu gücün de tarifini yapamıyorlar. Ancak mistizmciler, Uzak Doğu inançları, Anadolu’nun tasavvufçuları binlerce sene evvel bu eforu anlayarak ismine Yaradan ve Yaradan anlamında muhtelif adlar takmışlardır.
Bugün içinde yaşadığımız şu yarıyılda kuantum fiziğinin ortaya koyduğu bu aslı anlayabilen insan rakamı çok az olmakla birlikte M.Ö 1500 – 1200’lerde Uzak Doğu, Mısır, Babil, Mezopotamya, Güney Amerika ve Anadolu topraklarında bu aslı tümüyle anlamış pek çok birey ve tasavvuf erbabı ortaya çıkmıştır.
Şimdi bizde şimdiye kadar bahsettiğimiz ilahi sevgi, atom ve kuantum teorisini kullanarak, bizim için hayat kaynağı olan nebatlarda maddenin derinliklerine girecek ve tam parçaların arasında var olan karışık ilişkiler ile bu ufo kuramını nasıl oluşturduğumuzu araştıracağız.
Cüneyt AKTAN
Atom Ve Kuantum Fizigi
Yaftalar : Kuantum Fizigi