Topkapı Sarayı’nın altı tarih kaynıyor. Sarayın birinci avlusunda yer alan gecekonduların atıklarıyla ”çöplük” haline gelen mekanın, ilk üretimi 4. asra sabreden ve Aya İltihabı Kilisesi’yle organik bağı bulunan ”Piskoposluk Sarayı” olduğu ortaya çıktı.
Bu sarayın altında da Pagan yarıyılına ait Artemis Tapınağı’nın olabileceği varsayım ediliyorAyasofya ile Aya İltihabı arasında kalan tarihi saray, daha önceki karakol binasının arttaki gecekondular ve bunların atıklarıyla zaman içinde sefil hale gelmiş ve ”çöplük”e dönüşmüştü. Ancak, Sur-u Sultani etrafını tertip etmek için harekete geçen Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın emriyle alan, geçen sene arınılmaya başlanmıştı.
İstanbul Üniversitesi Hoş Sanatlar Kısmı Öğretim Abonesi Dr. Ferudun Özgümüş’ün kazı başkanlığında yürütülen arınma çalışmaları neticesinde, daha evvel bir sağlık kurumuna ait olduğu varsayım edilen, ancak bazı akademisyenlerce piskoposluk epilepsiyi olabileceği belirtilen bu tarihi yapı gün suratına çıktı. Kazı Başkanı Özgümüş, iki aylık hummalı çalışmalar sonucunda burasının Aya İltihabı ile organik irtibatı bulunan bir ”Piskoposluk Sarayı” olduğunu netleştirdi.
Özgümüş, Anadolu Ajansı muhabirinin suallerini cevaplarken, yapının, İstanbul’un başşehir olmasıyla birlikte ilk kere 4. asırda yapıldığının varsayım edildiğini söyledi.
Bu tarihi yapıda ilk olarak 1940’lı senelerde, ”çok bilimsel olmayan usullerle” o dönemki Ayasofya Müze Müdürü Muzaffer Ramazanoğlu’nun kazı yaptığını ve burayı Sampson Hastanesi olarak düşündüğünü, ancak çalışmalarını yayımlamadığını anlatan Özgümüş, daha sonra Ferudun Dirimtekin’in, Ramazanoğlu’nun yaptığı kazıları bir mecmuada yayımladığını dile getirdi.
Dr. Özgümüş, ”Ondan sonra da kimse buraya değmemiş. Ramazanoğlu’nun kazı alanında açtığı çukur da seneler içinde lağım ve çöple dolmuş, çevresine gecekondular yapılmış. Bunlar tam pisliklerini oraya akıtmışlar ve orada zaman içinde bir orman oluşmuş, harabelerin üzeri dolmuştu” dedi.
”AYA İLTİHABI İLE ORGANİK BAĞI VAR”
Kendilerinin çalışması neticesinde buranın ”Piskoposluk Sarayı” olduğunun netleştiğini dikkat toplayan Özgümüş, şunları kaydoldu:
”Burası Sampson Hastanesi olarak öğreniliyordu ama öyle bir şey değil. Burası netlikle bir Piskoposluk Sarayı. Zira, yanındaki Aya İltihabı Kilisesi de bir piskoposluk kilisesidir ve Ayasofya ile beraber bir tam olarak düşünülmüştür. Bizim viranelerimizin de Aya İltihabı ile organik bağı gözüküyor, ortaya çıkıyor. Buranın Piskoposluk Sarayı olduğu çok belirli. Çok daha önceki bir enkaz.”
Bahsedilen Sampson Hastanesi’nin ise Sur-u Sultani’nin dışında kalan bir yerde olduğunu varsayım ettiklerini belirten Özgümüş, ”Turing Misafirevi denilen bir otelin altında bir ekip yıkıntılar var. Soğukçeşme caddede bir sarnıç var. Herhalde bunlardan biri sağlık kurumu binası” dedi.
Piskoposluk Sarayı’ndaki harabelerin de 4. asırdan 15. asra kadar değişiklikler gösterdiğini anlatan Özgümüş, bu yapının 15. asra kadar kullanıldığını, o sebeple harabelerin değişik devirler gösterdiğini söyledi.
OSMANLI’DA ARSLAN HANE OLMUŞ
Kazı Başkanı Özgümüş, Topkapı Sarayı’nın bu harabelerin üzerine yapıldığını belirterek, ”Bu yapının Topkapı Sarayı ile bir irtibatı yok. Hatta sarayın çevresini çeviren Sur-u Sultani’nin duvarları Piskoposluk Sarayı’nın bütün ortasından geçiyor” dedi.
Surun dışında kalan kısımların bazı oteller tarafından restore edilerek korunduğunu ifade eden Özgümüş, şöyle konuştu:
”Ama sarayın birinci avlusunda kalan bu kısım benim varsayımlarıma göre saray binaları, darphane ve sur yapılırken doldurulmuş. Zira elimizdeki daha önceki gravürlerde, şu an kazı yaptığımız alan dümdüz görünüyor, enkaz yok. Osmanlılar zamanında bir yarıyıl odun depoyu, bir yarıyıl arslan hane olarak kullanılmış. Hatta, odun tartılan dev kantarları bulduk.”
Özgümüş, Bakan Günay’ın buranın tekerrür ortaya çıkarılmasına ön ayak olduğunu vurgulayarak, şunları kaydoldu:
”Sayın Bakan buranın görüntüsünden rahatsızdı, ben de mevzuyu kendisine anlattım. Kendisi de bu kazıları yürütmemize izin verdi. Bakan beyin mücadelesiyle ortaya çıkmıştır bunlar, zira burası senelerden bu yana öylece duruyordu. Ama natürel çok yardım geldi. Buradaki 28 şahsiyet takım gönüllü çalışıyor, öğle yemeğimizi Feriye Lokanta veriyor. Parasal olarak da bakanlığın yanında Gür Yapı, İstanbul Kılavuzlar Odası ve Fest Turizm destekledi. Tüm bu takviyelerin devam etmesi halinde buradaki kazıları gelecek sene bitirmeyi tasarlıyoruz.”
SARAYIN ALTI ARTEMİS TAPINAĞI…
Buradaki tarihin Piskoposluk Sarayı’nın da ötesine geçtiğini düşündüklerini ifade eden Özgümüş, laflarını şöyle sürdürdü:
”Bu tapınağa aittir demiyorum ama daha önceki Yunan yarıyılına ait kolon gövdesi ile Tunç çağına ait malzemeler de elimize geçti. Tuhaf bir yer. Bütün Akrapolis’in tepesi. Byzantion iken İstanbul’un Akropolis’iydi burası. Topkapı Sarayı, zati bu Akropolis’in üzerine yapılmıştır. Bir Hayli tapınak vardı burada. Belki de bizim kazdığımız saray ile Aya İltihabı bir tapınak üzerine yapılmış olabilir, Artemis Lisizonos Kemer Rahatlatan tapınağı üzerine yapılmıştı. Zira Artemis burası başşehir olmadan evvel şehrin gözetici yaradancası idi. Hristiyanlık evveli Pagan yarıyılında, nişanlanan genç kızlar, bellerine kırmızı şerit takıp, bu tapınağa geliyorlardı. Bu şeridi burada rahatlatıyorlardı. Böylece evlendiklerinde sızısız doğum yapacaklarına inanıyorlardı. Allahın İzniyle bu yapıların altında bu tapınağı da bulacağız.
Ayrıca, Byzantion sikkelerinde ay-yıldızdaki gibi hilal var. Artemis’ten evvel de burada Thrako Frig kavimlerinin geldiğini bazı kaynaklardan öğreniyoruz. Bu surattan buraya bu gelen kavimlerle beraber ‘Kibele kültü’ de gelmiş olabilir. Özellikle Artemis tapınağının burada, başka bir deyişle Aya İltihabı Kilisesinin altında olması, buranın aynı zamanda Artemis’in öncülü olan ‘mater kibele Frigler’de dağın annesi anlamında’ ile ilgili bir yer olduğunu düşündürüyor. Zati yeni kapı kazılarında ele geçen bazı buluntularda bu kavimlerin bu şehir Byzantion olmadan çok evvelleri dahi burada bulunduklarını göstermektedir. Biz burada onlara dair yıkıntılara da erişilebiliriz.”
Dr. Ferudun Özgümüş, bunun çok ehemmiyetli bir kazı olduğuna dikkati sürükleyerek, ”İstanbul’da antik Bizans’ı kazmak çok coşku verici. Dünyanın en ehemmiyetli Akropolis’inde çalışıyoruz. Atina da ehemmiyetli ama hiçbir zaman bir imparatorluk başşehri olmadı” diye konuştu.
BİZANS SANATI UZMANI YILMAZ: TAKRİBÎ 50 YILDIR MUKADDERATINA TERK EDİLMİŞTİ
Bizans yarıyılında Piskoposluk Sarayı olduğu düşünülen, Topkapı Sarayı 1. avlusunda Aya İltihabı Kilisesi güney cephesindeki yapı harabeleri çöpler ve nebat örtüsünden arınılarak gün ışığına çıkarıldı.
Çalışmaları yürüten kazı takımından Bizans sanatı uzmanı Hayri Fehmi Yılmaz, 1940’lı senelerinde burada bir çalışma yapıldığını, yapının varlığından haberdar olunduğunu belirterek, ”Yalnız takribî 50 yıldır mukadderatına terk edilmişti ve zamanla içerisi nebatlar arasında kalmış, çöplerle dolmuştu” diye konuştu. İstanbul Arkeoloji Müzeleri Başkanlığında İstanbul ve Mimar Sinan Hoş Sanatlar Üniversitesi sanat tarihi kısımları tarafından 1,5 ay süren arınma çalışmalarıyla beraber yapının ne olduğunun daha iyi tespit edildiğini söyleyen Yılmaz, şöyle konuştu:
”Bazı tahlilciler Sampson hastanesi, bir düşkünler konutu olabileceğini söylemiştir ama bizim çalışma takımımız azıcık daha değişik düşünüyor bu mevzuda. Hemen bitişiğindeki Aya İltihabı ile beraber inşa edilmiş bir yapı, onunla organik bağları var. O surattan çok büyük olasılıkla burası şehrin Piskoposluk Sarayı ile alakalı yıkıntılar.
Aya İltihabı’nin hem içerisine hem avlusuna bir hayli giriş var. Hatta Aya İltihabı’nin galeri katına gidiş de yeniden bu enkaz içerisindeki bir rampadan sağlanıyor. Dolayısıyla bu ikisi bir ortak yapı diye düşünüyoruz. Burası zati Aya İltihabı ve Ayasofya ile beraber aynı avlunun içerisindeydi. İkisine birden ‘Büyük Kilise’ sınıyordu ve büyük bir etraf duvarıyla bu alan çevrilmişti. Yapı viranesi onun içerisinde bu da Ayasofya ve Aya İltihabı gibi 6. asra tarihlendiriliyor.”
Yapı yıkıntılarının ehemmiyetli bir kısmının 6. asra ait olduğunu belirten Yılmaz, ”Şu anda içinde bulunduğumuz yapı viranesi 6. asırda yapılmış, 15. asra kadar sürekli kullanılmış. Çok tuhaf, Osmanlı devrinde üzeri toprakla kapanmış, daha sonra üst katmanda Osmanlı’yı takip edebiliyoruz. 15. asırdan 20. asra kadar yapı malzemelerini bu alanın içerisinde görebiliyoruz” dedi.
Yapının Bizans sivil mimarisinin ehemmiyetli misallerinden biri olduğunu belirten Yılmaz, bu alanın Bizans devrinden sonra da ehemmiyetini gözettiğini, Topkapı Sarayı hudutları içinde kalan alanda Osmanlı yarıyılına da ait esrarengiz harabelerin olduğunu dile getirdi.
İSTANBUL’UN EN DAHA ÖNCEKİ ÇEŞMESİ
Yılmaz, şunları kaydoldu: ”Bir Hayli Bizans yapıtımız, taş yapıtlarımız ve keramikler bu çalışmalar sırasında tespit edildi. Ancak Osmanlı ile de alakalı bilgilerimiz esrarengiz. Topkapı Sarayı’nın günlük yaşamı ile alakalı bilgilerimiz var. Osmanlı yarıyılında burası Hatap Depoyu, odun ambarı olmuş. Bununla alakalı bir kantarın ağırlıklarını tespit ettik. Yeniden sarayın muhtemelen ölülerinin yıkandığı yer burası. Sarayda 2 sağlık kurumu, 2 gasilhane vardı. Bir tanesi muhtemelen buradaymış. Muhtemelen teneşir olan bazı izleri bulduk ki bu da Topkapı Sarayı’nın günlük yaşamının çok az öğrenilen bazı detaylarını tanıma fırsatını sağladı.
Aslan biçiminde çörteni olan esrarengiz bir çeşmemiz var. Bu da İstanbul’da şu ana kadar tespit edebildiğimiz en daha önceki çeşme. Netlikle Bizans’tan evvele ait, Roma çağından bir İstanbul çeşmesinin parçası burada duruyor. Bir ölçü de döşeme mozaiklerimiz var. Herhalde bu cins buluntular önümüzdeki yarıyılda da karşımıza çıkacak.”
”BANAL YARIYILA KADAR MALZEME ÇIKABİLİR”
İstanbul’un merkezi, akropolü olan alandan daha daha önceki yarıyıllara ait belirtilerin çıkabileceğine işaret eden Yılmaz, ”Biz bugün Osmanlı ve Bizans yarıyıllarının malzemesini neredeyse sürekli olarak arazide görebiliyoruz. Ama hiç kuşkusuz Bizans evveli de burada çok eforlu olmalıydı. Hani ufak bir Roma çeşmesi parçasını görebiliyoruz ama onun dışında herhalde bu kotun altında Roma altında da Helenistik ve eskiki yarıyıllara, banal yarıyıla ait malzeme de bu alandan gelebilir. O da çok coşku verici bir şey” biçiminde konuştu.
ÇAKMAK TAŞI BELİRTİLER
Yılmaz, henüz ne olduğunu öğrenmemekle beraber alanda bazı çakmak taşı parçalar bulduklarını söyledi.
”Çakmak taşı aletler tarih evveli yarıyılda kullanılan aletlerdir. Ya o cins malzeme ya da daha geç orta çağlarda ziynet olarak, kakma olarak kullanılmış malzeme olabilir” diye konuşan Yılmaz, bu belirtilerin kaliteyi mevzusunda henüz kesin bir bilgiye sahip olmadıklarını vurguladı.
Hayri Fehmi Yılmaz, önümüzdeki senelerde çalışmaların harabelerin kalan kısımlarının çıkarılması biçiminde devam edeceğini, tüm çalışmaların 5-6 sene sürebileceğini ifade etti.
Çöpün altından saray çıktı
Yaftalar : arkeoloji tarih araştırma